“Bir Ada Hikayesi” Dörtlemesinde Kurgu Ada ile Ekinlik Adası: Tarihsel, Mekansal ve Sosyolojik Bir Analiz

Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikayesi” Dörtlemesi ve Temaları

Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi başlıklı roman serisi, 1997-2012 yılları arasında yayımlanan dört romandan oluşur: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (1997), Karıncanın Su İçtiği (2002), Tanyeri Horozları (2002) ve Çıplak Deniz Çıplak Ada (2012). Bu dörtlemede yazar, 1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin toplumda yarattığı derin travmaları, göç ve yerinden edilme temalarını merkeze alır. Romanlar, savaşların ve sürgünlerin ardından hayatta kalan insanların Yunanistan’a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını destansı bir biçimde anlatır. Yaşar Kemal, mübadele politikalarını ve göçmenlik olgusunu eleştirel bir bakışla ele alırken, Balkan Savaşları’ndan Sarıkamış Harekatı’na, Çanakkale Cephesi’nden Kurtuluş Savaşı’na uzanan yakın tarih sahnelerini bireylerin anıları aracılığıyla işlemiştir. Dörtleme, savaşların bireyler ve toplumlar üzerindeki yıkıcı etkilerini, insanların doğayla ve ideolojilerle mücadelesini gözler önüne sererken; kimlik, aidiyet, yabancılaşma ve “yurtsuzlaşma” sorunlarını da tartışmaya açar. Özellikle zorunlu göçün bireylerde yarattığı korku ve kaygı duyguları ile geçmişe özlem, yeni yerde aidiyet kurma sancıları romanların temel izleklerindendir.

Yaşar Kemal’in dörtleme boyunca mübadeleye yaklaşımı olgusal tarihsel gerçeklerle örtüşür. 30 Ocak 1923’te imzalanan mübadele anlaşması gereği yaklaşık 1.2 milyon Ortodoks Rum Anadolu’yu terk edip Yunanistan’a, yaklaşık 500 bin Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. İstanbul, Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada Rumları ile Batı Trakya Müslümanları bu değişimin dışında tutulmuşsa da, Anadolu’nun pek çok yerinde yüzyıllardır yaşayan Rum topluluklar evlerini bırakmıştır. Mübadele, her iki toplum için de ağır sonuçlar doğurmuş; ne gidenler ne de gelenler bu zorunlu yer değiştirmeden memnun kalmıştır. Yaşar Kemal de romanlarında göç olgusunu “yurtsuzlaştırma, yabancılaşma, aidiyet yitimi” ekseninde ele alarak mübadelenin insanî bedelini vurgular. Dörtlemedeki anlatı, farklı yörelerden kopup gelen insanların aynı adada buluşarak geçmiş acılarını paylaşmalarını ve yeni bir toplumsal doku oluşturma çabalarını merkeze alır. Bu sayede yazar, mübadele olgusunu edebî bir kurguda yeniden canlandırırken, bunun sosyolojik ve psikolojik boyutlarını da gözler önüne serer.

Kurgu Adanın Coğrafi Konumu ve Sosyal Yapısı

Bir Ada Hikayesi dörtlemesindeki olaylar, Marmara Denizi’nde bulunduğu anlaşılan kurgusal bir adada geçer. Romanda ada ismi doğrudan zikredilmez, ancak metinde “Karınca Adası” olarak anılan bu yerin gerçek hayatta Balıkesir açıklarındaki Ekinlik Adası (tarihî adıyla Koutalis) ile güçlü benzerlikler taşıdığı çeşitli kaynaklarca belirtilmiştir. Nitekim romandaki ada tasviri, üç adet yel değirmeni bulunan ve mübadil öncesi ahalisinin tamamı Rum olan bir adayı betimler ki bu özellikler Ekinlik Adası’nın tarihsel durumuyla örtüşmektedir. Yaşar Kemal, Anadolu’yu karış karış gezmiş bir yazar olarak, bu adayı kurgularken yörede derlediği gerçek mekan ve insan hikayelerinden yararlanmıştır. Yazarın Ekinlik Adası’na bizzat giderek balıkçılarla sohbet ettiği, adanın meşhur lezzetlerini tattığı ve gözlemlerini adadaki roman sahnelerine yansıttığı bilinmektedir. Böylece Karınca Adası, somut coğrafi ayrıntılarla zenginleşmiş ve adeta Ekinlik’in edebî bir yansıması haline gelmiştir.

Kurgu adanın coğrafi özellikleri, Marmara Takımadaları’nın tipik yapısıyla uyumludur. Ada, sakin bir denizin ortasında, etrafındaki daha büyük adaların (romanda “karşıdaki hayırsız ada” gibi ifadelerle anılan ıssız kayalıklar dahil) manzarasına sahiptir. Anlatıda adanın toprağının verimliliği, zeytinlikleri, üzüm bağları ve balıkçılık potansiyeli sıkça vurgulanır. Nitekim bazı eleştirmenler, romandaki adanın neredeyse bir “yeryüzü cenneti” gibi tasvir edildiğini; en lezzetli zeytinlerin, efsanevi şeftalilerin, bol balığın bu adada bulunduğunun anlatıldığını belirtmiştir. Bu bereketli doğa tasviri, savaş yorgunu insanlar için adayı bir umut ve yeniden başlangıç mekanı olarak konumlandırır. Ancak başlangıçta Karınca Adası, ıssız ve metruk haliyle bir “hayalet ada” izlenimi de verir. Romanın ilk cildinde, Lozan Mübadelesi sonucu adanın Rum sakinlerinin zorla tahliye edileceği haberi önce söylenti olarak dolaşır; adalı Rumlar buna inanmak istemezler. Sonrasında jandarma yüzbaşısı, adanın yerel ileri geleni Milto’ya resmi tebligatı okuyunca, istemeseler de mübadele kararını kabullenmek zorunda kalırlar. Evlerini, bağ-bahçelerini ve atalarından kalan tüm mülklerini bırakıp tekneyle adadan ayrılma kaygısı yaşayan bu insanlar, büyük bir hüzün içinde grup grup adayı terk ederler. Yaşar Kemal bu sahneyi son derece gerçekçi ve duygusal bir dille aktararak, okuyucuya bir topluluğun yurtlarından koparılmasının acısını hissettirir. Romanda sadece Vasili adlı bir Rum karakter, İstanbul nüfusuna kayıtlı olduğu için mübadeleden muaf tutulur ve adada kalmayı seçer. Vasili, yaşadığı mekana derinden bağlı, hatta “tek başına yaşamaya razı olacak kadar” adayı seven bir karakter olarak çizilir; ancak yaşadığı travma nedeniyle adaya gelecek ilk yabancıyı öldürmeye yemin etmiştir. Bu durum, terk edilmiş adanın ıssızlığına bir de ürkütücülük katmakta; etrafta perili bir yer olduğu söylentileri dolaşmakta, bu yüzden uzun süre kimse adaya yaklaşmaya cesaret edememektedir.

Adanın yeni sosyal yapısı, mübadele sonrasında yavaş yavaş şekillenir. İlk olarak I. Dünya Savaşı’nda cephelerde savaşmış, asıl adı Abbas olan Poyraz Musa karakteri gelir; o, adadan bir Rum evi ve eski bir değirmeni satın alarak yerleşir. Poyraz Musa, geçmişinde yaşadığı çatışmalar nedeniyle kendini toplumdan soyutlamış bir gazidir ve ada hayatını seçmesi, bir nevi huzur arayışıdır. Issız adada Poyraz, zamanla kendisinden başka bir karaltının dolaştığını fark eder ve böylece Vasili’nin varlığından haberdar olur. Vasili her ne kadar “ilk geleni öldürme” yemini etmiş olsa da, Poyraz Musa’yı öldüremez; aksine zamanla bu iki yalnız insan arasında düşmanlık yerini temkinli bir kabullenmeye bırakır.

Bir süre sonra, adaya yerleşim amacıyla farklı geçmişlerden gelen kişiler tek tek çıkagelmeye başlar. Bu ziyaretçilerin bazıları mübadil Türklerdir, bazıları ise Anadolu’nun savaştan perişan olmuş bölgelerinden kaçıp yeni bir hayat uman insanlardır. Örneğin, Yunanistan’dan Türkiye’ye göç ettirilmiş bir mübadil olan Ali Paşa Selim Bey, adaya gelip Poyraz Musa ile tanışır ve adayı dolaşır. Fakat adanın o anki ıssızlığını görünce gözünde canlanan yalnızlık onu korkutur ve kendi teknesine atlayıp geri döner. Benzer şekilde, Veteriner Hekim Cemil adlı bir başka ziyeretçi de terk edilmiş bir adada yaşanmayacağına karar verip kısa sürede ayrılır. Emekli asker Dr. Selman Sam ve ailesi de bir deneme yapar; ancak adaya yaptıkları yolculuk sonrasında içlerine ağır bir hüzün çöker, tenha adanın ıssıziği onları boğacak gibidir. Dr. Selman, “Biraz daha kalırsam burada ölürüm… Ne olur beni kasabaya geri götürün” diyerek adadan kaçmak ister. Bu sahneler, insanların tek başına ve belirsizlik içinde yaşayacak gücü bulamadıklarını, yalnızlık korkusunun onları adadan uzaklaştırdığını gösterir. Yazar, insanların yeni bir mekana yerleşirken topluluk arayışında olduklarını, sosyalleşmeye ve birbirine tutunmaya muhtaç olduklarını vurgular.

Dörtlemenin ilerleyen bölümlerinde adanın talihi değişmeye başlar. Karıncanın Su İçtiği romanında, mübadeleyle Girit’ten kopup gelmiş Musa Kazım Ağa ve kızları gibi aileler adaya yerleşirler. Bu karakterlerin diyaloglarında vatan hasreti ve sürgün acısı çarpıcı bir biçimde dile getirilir. Musa Kazım Ağa, düştüğü durumu “Bu çok büyük haksızlık, insanlığa yakışmaz… Bir insanı yurdundan koparmak, onun yüreğini koparmaktan daha acı veriyor” sözleriyle ifade ederek mübadelenin insanlık dışı yönünü vurgular (bkz. Karıncanın Su İçtiği, s.187). Ada, zamanla farklı yörelerden gelen mübadiller ve savaş mağdurlarının sığınak noktası haline gelir. Roman, bu insanların beraber yaşama çabasını sıcak bir dayanışma hikayesine dönüştürür: Poyraz Musa, Vasili ve Vasili’nin akrabası Lena gibi adada kalanlar, yeni gelen ailelere ellerinden geldiğince yardımcı olurlar; onlara barınacak yer gösterir, yiyecek ve temel ihtiyaç malzemelerini paylaşırlar. Gelenler de kendi hünerlerini ve işlerini adada icra etmeye, üretime katılmaya başlarlar; böylece adanın terk edilmişliği gün geçtikçe azalır ve ada şenlenir. Yaşar Kemal, başlangıçta “kimsenin yaşamak istemediği” harap adayı, kolektif emek ve dostluk sayesinde yeniden canlanan bir yurt haline dönüştürür. Hatta ilk başta korkup adadan kaçanlar bile sonradan karar değiştirip geri dönerler. Bunu en çarpıcı şekilde, roman karakterlerinden birinin şu itirafında görürüz: “...Bu cennet adasını beğenmeyip geri gittik ya; ben döndüm dolaştım, gezdim, gördüm, kendi kendime – acımdan da ölsem – altı kızım, karım ve ben, bu güzel adada öleceğim dedim, döndüm.”. Bu sözler, romanın ada kurgusunda adanın nihayetinde bir vatan duygusuna kavuştuğunu ve insanlar için bir cennet tasvirine büründüğünü ortaya koyar. Yazar, farklı kültürlerden gelen insanların ortak acıları ve umutları etrafında birleşerek yeni bir topluluk oluşturabilecekleri mesajını vermektedir. Romanlardaki ada, böylece, hem toplumsal uzlaşmanın bir mekanı hem de mübadelenin yarattığı travmaların birlikte sarıldığı sembolik bir mikrokozmos olur.

Ekinlik Adası’nın Tarihî ve Kültürel Kimliği

Gerçek hayattaki Ekinlik Adası (eski adıyla Koutalis), Marmara Denizi’nde Marmara Adaları olarak bilinen takımadanın bir parçasıdır. Balıkesir iline bağlı Marmara ilçesi sınırlarındaki bu küçük ada, Avşa Adası’nın kuzeybatısında, Marmara (Saraylar) Adası’nın güneybatısında konumlanır. Yüzölçümü sadece ~2.5 km² olan Ekinlik, coğrafi bakımdan sınırlı bir alan olsa da, özellikle 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında dikkate değer bir nüfusa ve ekonomik canlılığa sahipti. 17. yüzyıldan 1923’e dek adanın Koutali (Kutali) adıyla anıldığı ve halkının büyük çoğunluğunun Rum olduğu bilinmektedir. Adaya “Ekinlik” adının verilmesi ise, Türk egemenliği döneminde adanın buğday ekimine elverişli düzlüğü nedeniyle olmuştur.

Ekinlik Adası’nın Rum yerleşimi, Bizans dönemine dek uzanan köklü bir geçmişe sahiptir. Özellikle 19. yüzyılda Marmara Denizi’nin stratejik konumu sayesinde Koutalis halkı zenginleşmiştir. Ada, göç eden balık sürülerinin rotasında yer aldığından balıkçılık ve balık konserveciliği gelişmiş; bunun yanında Koutalisli denizciler geniş ticaret filolarıyla Akdeniz ve Avrupa limanlarına seferler düzenleyip İstanbul’a mal taşımışlardır. Bu refah döneminde adadaki zengin aileler sahil boyunca gösterişli konaklar inşa ettirmiştir; birbirine benzer mimaride yedi büyük ahşap konak “Yedi Kardeşler” olarak anılmaktaydı Yine o dönemde adada iki katlı büyük bir Rum mektebi (yaklaşık 110 öğrenci kapasiteli) ve büyük bir kilise bulunuyordu. Hatta Çanakkale Savaşları sırasında bu kilise, cephede yaralanan askerler için hastane olarak kullanılmıştır. Eğitim ve ibadethane yapıları bugün harap durumda olsa da, bu yapılar ile birlikte adanın yüksek kesimlerindeki üç yel değirmeni (ikisi nispeten sağlam duvarlı, biri kalıntı halinde) hala Ekinlik’in tarihî mirasının izlerini taşımaktadır. Bu değirmenlerin birinin üzerinde 1877 tarihi okunabilmektedir, ki bu da adanın 19. yüzyıldaki canlı tarım-ticaret hayatına işaret eder (ada, yakınındaki Kapıdağ Yarımadası’ndan getirilen buğdayın öğütülüp un yapıldığı bir hububat işleme merkezi işlevi görmüştür).

1923 yılı, Ekinlik (Koutalis) Adası için bir dönüm noktasıdır. Lozan Barış Antlaşması’na ek olarak yürürlüğe konan Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi kapsamında, adanın Rum ahalisi tümüyle adadan ayrılmak zorunda kalmıştır. 1923’te Koutalis’in Rum halkı teknelerle Yunanistan’a göç etti; hatta pek çoğu Yunanistan’ın Limni (Lemnos) Adası’nda kendi adalarının anısını yaşatmak için “Nea Koutali” (Yeni Koutali) adıyla bir köy kurdular. Kültürel sürekliliklerini Yunanistan’da ve bir kısım diaspora topluluğu olarak ABD’de sürdürmeye çalıştılar. Nitekim bugün Lemnos’taki Nea Koutali kasabasında bir Denizcilik ve Süngercilik Müzesi bulunmakta ve Koutalis’ten göçen ailelerin denizcilik geçmişi yaşatılmaktadır. Ekinlik’te geride kalan boş evlere ise 1923 sonrasında Anadolu içinden yeni sakinler yerleştirildi. Özellikle Kastamonu’nun sahil kasabalarından gelen Türk ailelerin adaya iskan edildiği kayıt altına alınmıştır. Bu tercihte, Kastamonu (İnebolu ve civarı) gibi Karadeniz bölgesi kıyılarından gelen insanların denizciliğe ve balıkçılığa aşina olması etkili olmuş olabilir. Böylece adanın ekonomik profilinin –balıkçılık odaklı yaşam tarzının– devam ettirilmesi amaçlanmıştır. Gerçekten de bir zamanlar Ekinlik köyünün sakinlerinin geçiminde balıkçılık başrol oynamaktaydı.

Ekinlik Adası’nın kültürel kimliği, mübadele öncesi ve sonrası olmak üzere keskin bir kırılma yaşamıştır. Mübadele öncesinde Rum kültürü adada hakim unsur olup, Ortodoks kilisesi, Rum mektebi, Rumca yer adları ve denizcilik gelenekleri belirgin idi. Mübadele ile birlikte adanın demografisi ve kültürü aniden değişmiş; camisi, Türkçe konuşan yeni sakinleri ve Karadeniz yöresi adetleriyle farklı bir toplumsal doku oluşmuştur. Ancak fiziksel miras, yeni toplumun belleğinde eskiye dair izler bırakmıştır. Örneğin, “Yedi Kardeşler” olarak bilinen tarihi konaklar, hangi kökenden olursa olsun adada yaşayan herkes için anıt değerindedir. Yine harabe halindeki eski Rum okulunun taş duvarları ve kilisenin kalıntıları, adanın kolektif hafızasında bir boşluğa işaret etmektedir. 1923 sonrası gelen aileler, bu terk edilmiş yapılarda belki depo veya ahır olarak faydalandılar, belki de zamanla yok olmasına tanık oldular. Bu durum, mübadelenin yarattığı kültürel süreksizliğin somut göstergelerindendir.

Ekinlik Adası, mübadele sonrasında Marmara Denizi’nin diğer sakin adaları gibi ekonomik olarak eski parlak günlerini yakalayamamıştır. 20. yüzyıl ortalarına dek Marmara Denizi, kolyoz (uskumru) ve kılıç balığı avcılığı sayesinde ülkenin önemli balıkçılık merkezlerinden biri olmayı sürdürdü; Ekinlik ve komşu adalarda uzun süre bol ve bereketli bir yaşam hüküm sürdü. Ancak 1970’lerden itibaren balık popülasyonlarının azalması, ticari süngerciliğin bitme noktasına gelmesi ve genç nüfusun karaya göç etmesiyle adanın nüfusu hızla düştü. 2025 yılı itibariyle Ekinlik Köyü’nün kayıtlı nüfusu sadece 100-120 civarındadır. Yaz aylarında ise ada dışında yaşayan yerlilerin yazlıkçı olarak gelmesi ile nüfüsü 2000’e kadar çıkmaktadır. Adanın sakinliği ve doğal plajları yerel halk tarafından ilgi görgese de, Avşa Adası kadar turistik bir gelişme olmamış, Ekinlik mütevazı yerleşim kimliğini korumuştur. Son yıllarda adanın tarihî ve kültürel mirasını korumaya yönelik sivil toplum girişimleri dikkat çekmektedir. Galimi Çınarlı Derneği gibi yerel inisiyatifler, Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi romanları üzerinden adanın hikayesini gündeme taşımış; Ekinlik’te edebiyat buluşmaları, tarih seminerleri düzenleyerek hem adanın gerçek geçmişine hem de edebî izdüşümüne sahip çıkmışlardır. Bu faaliyetler, Ekinlik Adası’nın “saklı cennet” imajının yanı sıra acılı bir göç hikayesine de ev sahipliği yaptığını hatırlatma çabasıdır.

Mübadele Temasının Edebi, Sosyolojik ve Tarihsel Boyutları: Kurgu ile Gerçeğin Kesişimi

Bir Ada Hikayesi dörtlemesinin kurgusal adası ile Ekinlik Adası arasındaki ilişki, edebî yaratıcılıkla tarihsel gerçekliğin kesiştiği bir düzlem sunar. Yaşar Kemal, edebiyatın imkanlarını kullanarak, Ekinlik gibi bir adanın yaşadığı travmayı evrensel bir insanlık durumuna dönüştürmüştür. Romanlardaki mübadele teması, bireylerin ruh dünyasına odaklanarak işlenir; ancak bu tema, Ekinlik Adası’nın somut tarihindeki olaylarla neredeyse birebir paralellik gösterir. Örneğin, romanda Rum ahalinin adadan ayrılış sahnesi, Ekinlik’te 1923’te yaşanan zorunlu göçün dramatik bir yeniden canlandırılması gibidir. Gerçek Ekinlik’te Rum halkı yurtlarını bırakıp giderken geride evler, okullar, kiliseler ve mezarlar bırakmıştı. Yaşar Kemal’in romanında da Rum karakterler evlerini, değirmenlerini, zeytinliklerini geride bırakır; adada dolaşan Vasili karakteri, aslında gidenlerin hayaletini temsil edercesine, boş evlerin ve hatıraların bekçisi olur. Vasili’nin “mekanına sahip çıkma” hırsı, tarihsel gerçeklikte Ekinlik’te kalan herhangi bir Rum olmasa da, terk edilen her bir evin, her bir köyün ardında kalan izlerin metaforik bir ifadesidir.

Mübadelenin sosyolojik boyutu, romanda yeni gelenlerin deneyimleri üzerinden aktarılır. Bir Ada Hikayesinde adaya gelen Türk mübadiller, geldikleri yeni çevrede yabancılık çeker, eski vatanlarına özlem duyarlar. Bu durum, mübadillerin gerçek hayatta yaşadığı kültürel şoku ve adaptasyon zorluklarını yansıtır. Tarihsel olarak da, Yunanistan’dan gelen Türk toplulukları Anadolu’da kendilerini gurbette bulmuş; dil din birliği olsa bile örf ve adet farklılıkları, ekonomik düzen farklılıkları uyum sürecini sancılı kılmıştır. Yaşar Kemal’in karakterleri, yeni topraklarda tutunmaya çalışırken sık sık geçmiş anılarına sığınırlar. Örneğin, Girit’ten gelen Musa Kazım Ağa, adanın güzelliğini takdir etse de Girit’te bıraktığı yurdunu unutamaz; bir ayağı hep geçmiştedir. Benzer şekilde, Ali Paşa Selim Bey gibi karakterler geldikleri yerlerdeki statülerini, alışkanlıklarını hatırlar ve yeni hayatlarında belirsizlikten korkarlar. Bu psikolojik durum, sosyologların da belirttiği üzere, zorunlu göç deneyiminin tipik bir yansımasıdır: İnsanlar “kendi iradeleri dışında yerlerinden edildiğinde geçmişe duyulan özlem, geri dönme isteği ve yeni çevreye uyum sağlama kaygısı” yoğun biçimde yaşanır. Romanda Poyraz Musa gibi yerli (Anadolu kökenli) karakterlerle mübadil (Giritli, Balkanlı vs.) karakterler arasındaki diyaloglar, bu kültürel uyumsuzluk ve yabancılaşma hissini işlerken, aynı zamanda yeni bir toplumsal uyumun da tohumlarını ekmektedir. Nitekim adada kalan Poyraz Musa ve hatta Rum Vasili bile, bir süre sonra gelen mübadillere kol kanat germekte, onlarla ortak bir yaşam kurmaya gayret etmektedir. Bu, aidiyet duygusunun yeniden inşasını temsil eder. Gerçek Ekinlik Adası’nda da mübadele sonrası kurulan Türk topluluğu, adaya sonradan gelmiş olmakla beraber, yıllar içinde adayı kendi vatanları bellemişlerdir. Bugün Ekinlik’te yaşayan aileler, her ne kadar ataları 1920’lerde Kastamonu kıyılarından gelmiş olsa da, adanın kendine özgü kültürünü (balıkçılık ritüelleri, ada yaşamının dayanışmacı tarzı vb.) benimsemiş durumdadır. Bu olgu, roman ile gerçek hayat arasındaki sosyolojik paralelliği göstermektedir.

Mübadelenin tarihsel boyutu, romanda arka plan anlatılar ve karakter hikayeleriyle desteklenir. Yaşar Kemal, mübadil karakterlerin yanı sıra, Osmanlı’nın son dönemindeki büyük sarsıntıları yaşamış karakterler de kurgular. Örneğin bir karakter Balkan Harbi’nde ailece yaşadığı acıları anlatırken, bir diğeri Sarıkamış’ta bir taburun donarak şehit oluşuna tanıklık eder. Kimsesiz kalan Ermeni yetim çocuklar, cepheden dönmeyen evlatlarını köylerinde bekleyen anneler gibi ayrıntılar romanda yer alır. Bütün bu tarihsel anekdotlar, adaya sığınan insanların ne denli travmatik bir dönemden geçtiklerini vurgular. Bu yönüyle Bir Ada Hikayesi, sadece bir ada veya mübadele hikayesi değil, I. Dünya Savaşı neslinin bir panoraması olarak da değerlendirilebilir. Adanın coğrafi izolasyonu içinde farklı coğrafyaların acıları buluşur; Anadolu’nun doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine farklı kültür ve etnik kökenden insanlar aynı kader ortaklığında birleşir. Bu durum edebî olarak adayı bir çeşit Türkiye mozaiği haline getirir. Ekinlik Adası gerçekte küçük ve homojen sayılabilecek bir topluluk barındırmışsa da, Yaşar Kemal’in ada kurgusu bunu aşarak adayı bütün Anadolu’nun bir metaforuna dönüştürmüştür. Yazarın buradaki yaklaşımı, mübadele ile gelen kopuş duygusunu evrensel bir kayıp teması olarak ele almak ve ardından farklılıkları olan insanların birlikte yeni bir hayat kurabileceği yönünde ütopyacı bir umut sunmaktır.

Edebi açıdan bakıldığında, Bir Ada Hikayesi dörtlemesi, hem destansı hem eleştirel bir dille kaleme alınmıştır. Yaşar Kemal’in zengin betimlemeleri, adanın doğasını ve insan manzaralarını canlı kılar. Doğa tasvirlerindeki abartılı güzellik ve bereket, bazı eleştirmenlerce “fazla iyimser” bulunmuş, adanın gerçekçiliğini gölgelediği iddia edilmiştir. Gerçekten de romanlardaki ada, zorluklara rağmen bir çeşit yeryüzü cennetine evrilir ve roman sonunda barışçıl bir topluluğun vatanı olur. Bu yönüyle eser, yazarın insancıl ve barışa inanan dünya görüşünü yansıtır: farklı kültürlerden gelen insanlar dahi, eğer kader birliği yapar ve empati kurarlarsa, bir arada huzurla yaşayabilirler mesajı verilir. Yaşar Kemal, mübadele gibi tarihin sert bir gerçeğini işlerken, esere aynı zamanda masalsı ve umut dolu bir ton katmaktan çekinmemiştir. Romanlarda tekrarlanan halk efsaneleri, mitolojik göndermeler ve Anadolu folkloru ögeleri, adanın öyküsünü zenginleştirerek geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurar. Bu anlatım tekniği, okuyucuyu yer yer gerçek dünyadan koparıp destansı bir anlatıya dahil ederken, asıl vurguyu insanlığın ortak acı ve umutlarına yapar.

Sonuç olarak, Bir Ada Hikayesi dörtlemesindeki kurgu ada ile gerçek Ekinlik Adası arasındaki ilişkide, edebiyat ile tarih iç içe geçmiştir. Ekinlik Adası’nın coğrafi ve tarihsel realitesi, Yaşar Kemal’in yaratıcı imgelemiyle harmanlanarak kurguda yaşam bulmuştur. Romanlardaki ada, Ekinlik’in somut özelliklerini (Marmara Denizi’ndeki konum, Rum halkın varlığı, yel değirmenleri, konaklar vb.) yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda Ekinlik’in ve benzeri mübadele adalarının temsil ettiği büyük insani dramı evrensel bir hikayeye dönüştürür. Bu hikaye, bir yandan 1923 mübadelesinin tarihsel hakikatini, sosyolojik etkilerini okura anlatırken, diğer yandan da edebiyatın sağaltıcı gücüyle geçmişin yaralarını sarma arzusunu dile getirir. Edebi boyutta, Yaşar Kemal farklı kültürlerin masallarını, ağıtlarını ve direnç öykülerini adada buluşturarak çok-katmanlı bir anlatı kurmuştur. Sosyolojik boyutta, mübadele gibi travmatik bir deneyimin birey ve toplum psikolojisindeki izdüşümünü derinlemesine incelemiş; aidiyet, kimlik, uyum sorunlarını karakterlerin hayat mücadelesi üzerinden göstermiştir. Tarihsel boyutta ise, yakın geçmişin savaş ve göç olgusunu bir mikro-tarih (ada tarihi) içerisinde vermiş; böylece tarihsel gerçekliğe sadık kalan ama onun ötesine geçip insanlığın ortak hafızasına seslenen bir roman dizisi ortaya koymuştur.

Yaşar Kemal’in adası ile Ekinlik Adası arasındaki benzerlikler, yazarın gözlem gücünün ve gerçekçi anlatımının bir sonucudur. Ekinlik Adası, mübadele döneminde yaşananların somut bir örneği olarak, romanların arka planına ilham vermiştir. Dolayısıyla Bir Ada Hikayesi, sadece bir edebi kurgu değil, aynı zamanda Ekinlik Adası’nın ve benzeri pek çok yerin unutulmaz tarihinin bir edebiyat aynasıdır. Bu ayna, geçmişe bakarken, geleceğe birlikte yaşama umudunu da yansıtır. Romanların sonunda adada kurulan çok kültürlü, huzurlu yaşam ideali, belki gerçek tarihte tamamen gerçekleşmemiş bir ütopya olsa da, edebiyat aracılığıyla tarihe düşülen bir not niteliğindedir: “İnsanlar farklılıklarına rağmen bir arada, barış içinde yaşayabilir.” Yaşar Kemal, mübadelenin yarattığı acıları unutturmadan, bu acılardan yeni bir beraberlik çıkarılabileceğini göstermiş; Ekinlik Adası’nın tarihinden yola çıkarak evrensel bir kardeşlik mesajı vermiştir.

Kaynaklar:

Hazırlayan: Erman Taman

Yıl:2025

Ekinlik Adası Sosyal Kültürel Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

 

 

Not: Yapay zeka ile fotoğrafların çözünürlülüğü arttırılmıştır.